"Olimpiyatlar, dünya kapitalizminin istikametine göre şekillenen organizasyonlar"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge, devam eden 2024 Paris Yaz Olimpiyatları'ndan yola çıkarak Olimpiyatların ekonomik boyutuna değiniyor.

""
Ekonomi Politik: 29 Temmuz 2024
 

Ekonomi Politik: 29 Temmuz 2024

podcast servisi: iTunes / RSS

Özdeş Özbay: Merhabalar Ali Bey, günaydın!

Ali Bilge: Günaydın Özdeş, günaydın Ferhat Kentel!

Ferhat Kentel: Günaydın, hoş geldiniz!

A.B.: Siz de hoş geldiniz!

Ö.Ö.: Sanırım Olimpiyatlar ile başlayacağız değil mi? Biz de bir önceki bloğun son beş dakikasında hafif Olimpiyat seremonilerindeki tartışmalara girdik ama sizinle herhalde daha çok Olimpiyatların ekonomi politiği üzerine konuşacağız.

A.B.: Evet, geçen hafta başlamıştık. Olimpiyatlar detaylı incelenmeye değer bir alan. Bugün de Olimpiyatların ekonomisi, bütçeleri üzerinde biraz duralım. Ülkeler için Olimpiyat oyunları çok önem teşkil ediyor; öncelikle ülkelerin Olimpiyat Komitesi tarafından kabul edilmesi, üye olması, futbolda da FIFA’ya üye olması, bir ülkenin bağımsızlık göstergesi gibi algılanıyor, Birleşmiş Milletler’e katılmak gibi, ülkeler için çok önemli, komiteye kabul edilmek, ardından da Olimpiyatlara katılabilmek ve daha sonra da Olimpiyatlarda madalya elde etmek...

Tüm bunlar, ülkelerin siyasal gücünün, bağımsızlığın unsurları gibi kabul ediliyor. Bu süreci tamamlayan ülkeler, daha sonra da Olimpiyatları düzenlemek istiyorlar. Olimpiyatlara ev sahibi olmak, ‘gelişmiş, güçlü ülke olmak, Olimpiyat düzenleme olgunluğuna, değerine ulaşmak’ gibi algılanıyor. Dört yılda bir yapılan bu etkinliği kimin yapacağı, ev sahibi ülkenin kimin olacağı ciddi bir sendrom ve yarışmaya yol açıyor.

Olimpiyatları düzenlemek adeta dirim savaşı, ölüm kalım savaşı gibi. Yarışmalara, duygulara yol açıyor. Türkiye dört kez bu katılım mücadelesinin içinde yer aldı, ciddi paralar harcandı, konkurlar oldu vs. Olimpiyatları düzenlemek, düzenleyen ülkenin güçlü olduğunu ifade ediyor.!

1994 yılında Birleşmiş Milletler tarafından İstanbul’da yapılan Habitat konferansları öncesinde düzenlenen bir hazırlık toplantısına katılmıştım, Güney Koreli bir yetkili ile tanıştım, adam ülkesinde, bizde o zaman var olan DPT’nin karşılığı olan bir örgütün başındaydı. Aynı zamanda 1988 Seul Olimpiyatları Düzenleme Komitesi’nin başkanlığını da yapmıştı. Kendisi ile bir mülakat yaptığımızı hatırlıyorum; Harvard mezunuydu, neden ve nasıl Harvard’a gittiniz diye sorduğumda, ‘Asıl amacım bir gün ülkeme dönüp Olimpiyat düzenlemekti’ demişti. İşte Olimpiyatlar, bu kadar önemli, milliyetçilikle, ulusal ruh ile Olimpiyat ilişkisi çok önemli! Olimpiyatlar ile milliyetçilik iç içe geçen konulardan, geçen hafta bu ilişkiye ayrıntılı değinmiştik.

Olimpiyatlar çok büyük organizasyonlar, ama aynı zamanda da dünya kapitalizminin istikametine göre de şekillenen organizasyonlar. Aslında sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; Dünya kupaları, uluslararası spor organizasyonları ve Olimpiyatlar, dünya kapitalizminin emrindeki organizasyonlardır. Antik Çağ’da yapılan Olimpiyatlarda da hediyeler, ödüller vs. veriliyor ama modern Olimpiyatlar dediğimiz, 1896’dan itibaren yapılanlara baktığımızda, Olimpiyatların dünya kapitalizminin değişik versiyonlarına göre istikamet aldığını şekillendiğini görüyoruz. Olimpiyatlar, kapitalizmin emrine amadedir.

F.K.: Ali Bey, araya girebilir miyim?

A.B.: Tabii, buyurun lütfen.

F.K.: Aslında bu sanki bir zamanlar dünyada çok önemli yer tutan uluslararası fuarlar olurdu, İzmir Enternasyonal Fuarı, 1900’lerin başında o Eyfel Kulesi’nin yapıldığı bütün o fuarlar aslında tam da dediğinize denk düşüyor galiba - kapitalizm bir şekilde performans yapıyor yani kendini gösteriyor. Artık o fuarlar, çok daha küçüldü, her alanın kendi fuarı var ama bir ulusal performans olmaktan çıkıp şirketlerin performansı haline dönüştü. Ama Olimpiyatlar galiba dediğinize daha çok tekabül ediyor, değil mi? O zamanlara kıyasla dediğim bu fuarlarda 1900’lü yıllarda ‘insanat bahçeleri’ vardı - sömürgelerden insanlar getirilip orada sergileniyordu. O gücü gösteriyordu - şimdi de benzer bir şekilde ‘bakın ben bütün bunları yapabiliyorum’un yeni yollarından biri galiba.

A.B.: Evet, aynen öyle. Ülkeler için Olimpiyatları organize etmek, dünya da kabul görmek gibi bir durum oluyor. Ancak Olimpiyatlar çok büyük, mega organizasyonlar ve yatırımlar. Ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre gelişiyor, mega yatırımların çoğu alt yapı yatırımları - çok ciddi harcamalar gerektiriyor. Ülkelerin bu organizasyonu yapma kabiliyeti, ülkelerin ekonomik gücüyle orantılı oluyor.

Az gelişmiş bir kapitalist ülkenin organizasyon yapmasıyla, gelişmiş bir kapitalist ülkenin organizasyon yapması çok farklı. Elde ettikleri çıktılar da farklı. Gelişmiş ülkeler Olimpiyatlardan daha fazla ekonomik getiri elde ediyorlar, Olimpiyatların ülke ekonomilerine uzun dönemli, kısa dönemli kazançları oluyor. Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler olarak tarif edilen ülkeler, dünya kapitalizmine siyasal, sosyal ve iktisadi süreçlerini tamamlayamamış, kaynakları kıt ülkelerde Olimpiyatların sonuçları pek iyi olmuyor. Mesela, Ferhat Kentel bana yakın jenerasyon, belki hatırlar, Akdeniz Oyunları Türkiye’de tertiplenmişti, İzmir’de…

Ö.Ö.: Onu ben de hatırlıyorum çünkü o sırada Ege Üniversitesi’ndeydim.

A.B.: Ama o senin hatırladığın ikinci olmalı...

Ö.Ö.: Öyle mi?

A.B.: 70’lerin başlarıydı, o devirde, İzmir’de ciddi yatırım yapıldı.

Ö.Ö.: Evet, ilkini görmem mümkün değildi.

A.B.: Akdeniz Oyunları için yapılan tesislerin müteahhidi kimdi biliyor musunuz? Daha sonra ki yıllarda ünlenen, bugün isimlerini çok iyi bildiğimiz Uzan ailesi. Zengin olmaya bu tesisleri yapmayla başladılar. Akdeniz Oyunları bitti, arkasında başka organizasyon olmadı ve tesislerde ot bitmeye başladı. Yani önce ciddi harcamalar yapılıyor, yapılan harcamalar ile ülke ekonomisi genişliyor, büyüyor çünkü inşaat harcamaları yapıyorsunuz, inşaat harcamaları öncelikle istihdam yaratır ve iktisadi büyüme yaratır. Sonrasında oyunlar bitiyor ve tesisler boş, ölü yatırım haline geliyor.

Olimpiyat düzenleyen ülkelerin şehirlerine Olimpiyat süresince ciddi turist geliyor, asıl mesele daha sonraki yıllarda oyunlar boyunca gelen turisti kazanmak oluyor, Olimpiyat süresince kazandığı turisti döndürme şansına olabiliyorlarsa kazançlı oluyorlar. Elbette %100 de olmuyor, % 60-65 gibi oluyor, daha sonraki yıllarda oyunlara gelen turistler tekraren geliyor ise kazançlısınız.

Mega yatırımlar ülke ekonomilerinin durumuna göre, gelişmişlik düzeylerine göre büyüme ve istihdam artışı yaratıyor ama iç ve dış borçların artmasına da, bütçe ve kamu açıklarının artmasına da yol açıyor. Sonuçta tüm bu gelişmeler enflasyonla sonuçlanabiliyor.

Evet, ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre Olimpiyatların ülkelere katkıları var ama Olimpiyatlar unutmayalım, dev yatırımlardır. Geçen 100 yılda McNamara’nın öncülüğünde Dünya Bankası’nın az gelişmiş ülkelere dev baraj projeleri gerçekleşti, uzun yıllar bu tür projeler banka tarafından fonlandı - Türkiye’deki Keban ve Atatürk Barajları gibi, Mısır’daki Asvan Barajı gibi... Dev projelerde büyük harcamalar gerçekleşiyor, ekonomi o yıllarda büyüyor ama bittikten sonra - bizde de de olduğu gibi - yüksek enflasyon ve yüksek borçla yüzleşiyorsunuz.

Olimpiyat oyunlarında gelirler çok önemli, iletişim teknolojisinin gelişimiyle televizyon gelirleri çok arttı ve ayrıca sponsorluk hakları, organizasyon biletleri, bağışlar, lisanslar, piyango gelirleri ve bahisler devreye giriyor. Tüm bu kalemler, büyük bir hacim oluşturuyor ancak en büyük gelirleri televizyon yayın hakları oluşturuyor.

Yayın hakları gelirinin %10’u Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne gidiyor; %45’i ev sahibinin organizasyon komitesine; diğer %45’lik kesim de katılımcı ülkelerin Olimpiyat Komiteleri var, 200’ü aşkın ülkenin Olimpiyat Komitesinde paylaştırılıyor. Biliyorsunuz, Birleşmiş Milletler’e üye ülkeden daha fazla ülke, Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne üyedir.

Doğrusu bahis meselesini bilmiyorum ama hepsi birlikte dev hacimler oluyor. Aslında tüm yapılan inceleme ve araştırmalarda Olimpiyat yapan ülkelerin yaptıkları harcamaların geneli de tam tespit edilemiyor, tahmini oluyor. Üniversiteler, enstitüler bu konuda çalışıyor; gelir ve gider durumlarına göre raporlar yayınlanıyor ama tam tespit edilemediği de ifade ediliyor.

Çünkü yapılan yatırımlar o ülkenin servet stoğuna dahil oluyor, çoğunluğu alt yapı tesisleri metrolar hava alanları vb.

Söylediğim gibi, bu konuda baz alacağımız husus ülkelerin gelişmişlik düzeyi. Ancak gelişmiş ülkeler de zarar ediyor; mesela, 1976 Montreal Olimpiyatları’nda Kanada çok ciddi zarar etti. Ancak 1984 Los Angeles Olimpiyatları da tarihe en kârlı Olimpiyat olarak geçti. Önümüzdeki Olimpiyatlar da Los Angeles’ta yapılacak. 1984 Los Angeles Olimpiyatları’nın neden kâr ettiğini incelemişler ve sonuç şu: Amerikalılar, Los Angeles’ta tesisleri yeniden yapmıyorlar - var olanları renove ediyorlar, tadilat yapıyorlar. Dolayısıyla yapılan yatırımlar çok yüksek maliyetler içermiyor yani ilk ciddi kâr eden Olimpiyat olarak 1984 Los Angeles Olimpiyatları olarak ifade ediliyor.



F.K.: Yunanistan’da Atina Olimpiyatları da bayağı bir krize sebep oldu.

A.B.: Tam ona gelecektim, ağzımdan aldınız.

F.K.: Pardon, bir de şunu soracaktım; bu mülteci Olimpik takımının finansmanı, onların bu işten faydalanması gibi bir şey nasıl oluyor? Önce Yunanistan’ı konuşalım, sonra ona gelelim. Yani savaş yaşayan, çok aşırı fakir olan vs. bir takım ülkelerden atletler de katıldılar, katılıyorlar bu Olimpiyatlara.

A.B.: Evet, bireysel katılımlar var ama onların nasıl finanse edildiğini doğrusu bilmiyorum.

F.K.: Onların temsili hakkında bir şey biliyor musunuz diyecektim.

A.B.: Temsil edilebiliyor Olimpiyatlarda. 1936 Olimpiyatları’nda bile bireysel olarak gelen sporcular var ama bildiğim ülkelerin Olimpiyat Komitesi’ne üye olma şartı gerekiyor. Mesela, II. Abdülhamid Osmanlısında, Olimpiyat Komitesi’ne üye olmak mümkün değildi, istibdat vardı. Osmanlı, 1908 İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Olimpiyat Komitesi’ne üye olabildi. 

Yunanistan’a geldiğimizde, sonuçta Yunanistan Avrupa Birliği’ne üye ama güçsüz bir ekonomi, Avrupa Birliği’nin en zayıf ekonomilerinden - daha sonra eklenen Bulgaristan, Romanya ise daha da güçsüz. 2004’te ‘Yuvana hoş geldin!’ sloganıyla düzenlendi Atina Olimpiyatları. Hemen  öncesinde  Dünya Bankası, IMF, Avrupa Birliği raporlarında Yunanistan’ın Olimpiyat düzenlemesinin yanlış olduğuna, ekonominin çok kırılgan olduğuna ilişkin raporlar yayınlanıyor. Buna karşın Yunanistan ısrar etti ve düzenledi. Ayrıca harcamalarda da ipin ucunu kaçırdı. Genelde de  Olimpiyatlar tahmin edilen tutarın çok üstünde harcamaya yol açıyor, tahminlerin ötesinde harcama yapılıyor. 2020 Tokyo’da da öyle oldu; Japonlar, 30 yıldır durgunluk içinde olan ekonomiyi canlandırmayı düşünüyorlardı ama pandemiye denk geldi, tepetaklak oldu, karşılığını alamadı Tokyo.  

Yunanistan, Olimpiyatlardan birkaç yıl sonra 2008 dünya ekonomik krizinin etkisi ile de ciddi bir kriz yaşadı; resmi rakamlarında borçlarını Avrupa Birliği, IMF ve uluslararası örgütlerden gizlediği de ortaya çıktı, ağır bir iktisadi depresyon yaşadı.

Olimpiyatların tek tek maliyet detaylarına girmek istemiyorum ama bu konuda yapılan çalışmalara, yayınlara baktığımızda kâr eden organizasyon fazla değil, gelişkin ülkelerden de istediğini bulamayanlar var.

Biraz önce de belirttiğim gibi, yapılan yatırımların büyük bölümü bir seferlik harcama değil, yıllara sari olarak kullanılıyor, ulusal servete dahil oluyor, çoğunluğu alt yapı yatırımı olduğu için daha sonraki yıllarda da ülke içine getirileri oluyor. Ölçümü zor çünkü yıllar boyunca kullanılabiliyor, bir seferlik değil. Giderleri hesaplıyorsun ama daha sonraki yıllara da yansımaları olduğu için Olimpiyatların tam bilançosunu çıkartmak öyle kolay değil.

Ancak şunun altını çizebiliriz; Olimpiyatlar, kapitalizmin emrine amade organizasyonlardır ve dünya kapitalizmine, bilhassa da Batı kapitalizmine göre işlemektedirler. Uluslararası Olimpiyat Örgütü de tamamen bu emri yerine getiren, kapitalizme hizmet eden bir yapıdır. Olimpiyat Komitesi, 1894’te kuruldu. Organizasyon, sözde kâr etmeyen bir kuruluş olarak lanse ediliyor ancak örgütün gelirlerinin inanılmaz büyüklükte bir hacimde olduğunu görüyoruz. Ayrıca yöneticileri inanılmaz paralar alıyorlar, Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin ve örgütünün uluslararası bir arpalık olduğunu çok rahatlıkla söyleyebilirim.

F.K.: Güzel bir çiftlik oluşmuş orada.

A.B.: Evet ciddi bir çiftlik.

F.K.: Çiftlikbank!

A.B.: Thomas Piketty, ünlü Kapital kitabında dünyadaki varlık fonları, üniversitelerin ve vakıfların servetlerinden, pek görünmez servetlerden söz ediyor. Bu tür kuruluşların varlığından ve servetlerinden bahsediyor mu diye baktım ama belirtmiyor. Vakıf gibi mi değerlendiriyor bilemiyorum ama gerçekten çok yüksek gelirleri ve stok servetleri olan yapılar. Sadece 2020 yılında yayın haklarından elde edilen gelir dört milyar dolar. Yöneticilerinin aldıkları ücretlere, harcamalarına girmek istemiyorum, çok yüksek. 2001 - 2016 arasında 20 milyar doları aşkın gelir elde etmişler. Örgütün bilançosu, sitelerinde sözde açıklanıyor ama doğrusunu söylemek gerekirse kim denetliyor, denetleniyor mu, bilmiyorum. Ayrıca bu komite, Batı’nın güçlü ülkelerinin inisiyatifinde çalışıyor. 2003 Irak harekâtı öncesinde ABD Başkanı Bush, ‘Kimyasal ve nükleer silah Irak’ta yok’ diyen Birleşmiş Milletler’in parasını kesmişti ikinci Irak harekâtı öncesinde. Birleşmiş Milletler‘in bütçesi kısıtlanınca da Birleşmiş Milletler’in Ankara’daki kütüphanesi de kapanmıştı. Başkan Bush, ‘Birleşmiş Milletler’e en büyük katkıyı ABD yapıyor, parasını ben veriyorum o zaman bana göre çalışır‘ demişti. Avrupa’yı da zaman tünelinde kalan kıta olarak nitelendirip mahkûm etmişti.

Bu tür örgütler üzerinde Batı’nın bilhassa da ABD’nin muazzam bir yaptırım gücü bulunuyor - diğer uluslararası ekonomik örgütlerde de olduğu gibi. Uluslararası Olimpiyat Komitesi de sözde kâr amacı gütmeyen, sadece sportif olan, tüm enerjisini barışa harcayacağını temel ilke olarak yazan bir örgüt ama dünya barışının ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin hâli pürmelali de malum - Olimpiyatlar ve düzenleyici komite, çok su kaldıracak konulardan.

Ö.Ö.: Paris Olimpiyatları’nda bir kalem daha var dikkatinizi çekti mi bilmiyorum; bazı yarışmalar Seine Nehri’nde yapılacağı için bir de nehrin temizlenmesi meselesi var, bu da ekstra bir harcama - 1,4 milyar liraya mal olmuş.

A.B.: Geçen hafta programın en sonunda buna biraz değinmiştim, hatta nehrin temiz olup olmadığına ilişkin Paris Belediye Başkanı ile Macron’un nehirde yüzmek istediklerinden de söz etmiştim.

Ö.Ö.: Evet.

A.B.: Belediye Başkanı yüzmüş ama Macron girmemiş. Bana yıllar önce temizliğini iddia ederek, ‘Haliç’in suyunu içerim’ diyen Bedrettin Dalan’ı hatırlattı.

Ö.Ö.: Evet. Dün biliyorsunuz, Seine Nehri’nde yapılacak olan triatlon antremanları iptal edildi kirlilikten dolayı.

F.K.: Çünkü aşırı yağmurla gene bütün tekrar kanalizasyonlar Seine Nehri’ne doldu galiba.

A.B.: Evet, bir rögar kapağının etrafında toplanan farelerin de resmini çekmişler ‘Olimpiyat izleyicileri’ diye. Fransa’nın Olimpiyatlardan kazançlı çıkacağını düşünüyorum, elbette yapılan yatırım - harcama çok ama diğerlerine göre daha büyük yatırımlarda bulunmamışlar gibi, sanki var olanları geliştirerek yaklaşmışlar gibi gözüküyor. Ayrıca çok da aksama oluyor, yemek meselesi bir problem olmuş. Michelin aşçıları getirmişler ama yetmemiş yemekler, yemekler pişmemiş, çiğ gelmiş vs. Yemekler de bir protesto konusu oldu.

Yemek deyince, Olimpiyatlar ile Coca Cola ilişkisi çok önemli. Coca Cola şirketinin neredeyse Olimpiyatların başından beri sponsor olduğunu görüyoruz. İlgimi çekti bu ilişki; Hitler’in Nazilerin düzenlediği 1936 Berlin Olimpiyatları’nda Coca Cola boy gösteriyor, şirketin en tepesindeki adam, Berlin Olimpiyatları’nda gamalı haç ve Coca Cola bayrağıyla yan yana poz veriyor - Nazizm ve Coca Cola el ele. Satışlara da bu durumun yansıdığını anlıyoruz. ABD’nin boykot etmesi beklenirken, 1936 Führer Olimpiyatı’nı boykot etmedi, bireysel olarak bazı siyah ve Yahudi sporcular boykot ettiler, kendi inisiyatifleriyle gitmediler, bir kısmı da gitti, Jesse Owens da onlardan biriydi.

Coca Cola’nın Olimpiyatlara ilişkisi hep böyle devam etti; 1960 Roma, 1968 Mexico City’de astronotlar beyaz elbiseleri içerisinde içeceği dağıtıyorlardı. 1972 Münih’te, 1976’da, hatta 1980’de Moskova da varlar, Batı ve başta ABD’nin Moskova Olimpiyatları’nı boykot etmesine karşın Coca Cola şirketi boykot edilmedi, biliyor musunuz?

F.K.: Onu bilmiyordum.

A.B.: Fanta gazozu sattı orada...

F.K.: ‘İş başka, arkadaşlık başka’ diyor yani!

A.B.: Evet, aynen öyle. Sonraki 1984 Los Angeles Olimpiyatları’nın da resmi içkisi Coca Cola oldu. Sanıyorum başka Olimpiyatlarda da, Seul’da, Barcelona ve Atlanta’da da varlar - Olimpiyatlara, organizasyonlara milyar dolarlar harcıyorlar..

Ö.Ö.: Peki, 1936’dan sonra yani savaş çıkıyor zaten, savaş süresince yapılmış mıydı Olimpiyatlar?

A.B.: Hayır yapılmadı.

Ö.Ö.: O sırada ne oldu acaba? Nazi sebebiyle Almanya geldi mi, gitti mi, katılmasına izin verildi mi? Bu Olimpiyatlara Rusya ve Belarus kabul edilmemiş sanırım ama mesela İsrail’in kabul edilmiş olması da büyük bir ikiyüzlülük örneği.

A.B.: Evet, bu durum ABD kongresinde kendini gösterdi.

Ö.Ö.: Tabii gerçekten o rezaletti.

A.B.: Bildiğim, Filistin Olimpiyat Komitesi’ne başvurdu İsrail katılmasın diye ama Ağustos’un sonuna ertelemişler kararı. Netanyahu Paris’teki açılışa da geldi galiba?

Ö.Ö.: Olimpiyatlara mı?

A.B.: Evet.

Ö.Ö.: Onu bilmiyorum çünkü sanırım ABD’de o.

A.B.: Oradan gitmiş olabilir mi?

Ö.Ö.: Bakarım ben de. Dün Golan tepelerine saldırı olduktan sonra ABD ziyaretini kısa kesip hemen kabineyi toplamak üzere İsrail’e dönecek diye bir haber okudum.

A.B.: Emin değilim ama sanki İsrail’in bir temsilcisi vardı orada, Netanyahu gibi aklımda kalmış.

Ö.Ö.: O kesin vardır.

A.B.: Sonuçta, bütünüyle Olimpiyat paketi, dünyada yaşanan siyasi ve iktisadi gelişmeleri gösteren, yansıtan ve dünya kapitalizminin işleyişine göre de şekillenen bir organizasyon.

F.K.: Aslında çok ilginç; az önce bahsettiğim haber bu mülteciler takımı, mülteciler ekibi diyeyim, onunla ilgili haberde bu aynı zamanda dünya fakirlik, yoksulluk vs. üzerine de olan Common Dreams’ten bir haberdi. Orada mesela şu anlatılıyor; o kadar karmaşık bir organizasyon ki bu aynı zamanda atletler, jimnastikçiler, güreşçiler, boksörlerin her birinin yemek rejimi de farklı. Kimisi karbon hidrat, kimisi protein, kimisi çok daha sebze ağırlıklı besinlerle, kimisi çok daha su oranı yüksek gıdalar vb. şeyleri var. Böyle bir beden, sağlık gibi bir mevzudan içine giren en azından olması gereken, beklenen şeyin içine gayet tuvalet temizleyicisi olarak işe yarayan bir gazlı içeceğin reklam olarak yapılıyor olması...

A.B.: Resmi içecek olması!

F.K.: Resmi içecek değil mi? Ne kadar büyük bir şey!

A.B.: Şöyle bir soru aklıma takıldı, sizinle de paylaşayım; acaba Olimpiyatlarda elde edilen ve harcanan paralar kadar iklim mücadelesine para harcanıyor mu? İnanılmaz paralar dönüyor, kazançlar elde ediliyor, savaşlar devam ediyor, milliyetçilik yarışı haline dönüşen yarışmalar gerçekleşiyor - hem kazanç, hem de ırk, milliyetçilik mücadelesi haline dönüşüyor.

Ö.Ö.: Propaganda tabii, şu anda İsrail için tam olarak önemi bu zaten. Dün belki sosyal medyada görmüşsünüzdür, daha ilk oyunlarda üzerinde İsrail atkısı olan oldukça fanatik, Siyonist olduğu belli olan birisi İsrail takımının maçını değerlendiren bir sporcunun yanına gidip bayrağıyla falan şey yapıyor - adam tamamen spordan konuşuyor olmasına rağmen ‘Burası politika yeri değil!’ diyor, sanki Filistin ile ilgili konuşuyormuş gibi! Çocuk da dayanamayıp bir süre sonra spor konuşmayı bırakıp ‘Free Palestine!’ diye slogan atmaya başladı yani bir anda çıldırttı onu da.

A.B.: Peki, İsrail’i protesto eden ve Filistin’de yapılan soykırımı protesto eden ya da Filistin’in yanında olan gösteriye de pek rastlamadık galiba?

Ö.Ö.: Evet, bu ilginçti aslında. Olimpiyatların açılış seremonisinde böyle bir şey olmasından ‘endişe’ ediyordu Fransa yönetimi. Çok az sayıda Filistin bayrağı taşıyan başka gruplar dışında çok olmadı sanırım ya da bir yerde gördüm sanki...

F.K.: Tribünlerde gördük sanki bir şeyler.

Ö.Ö.: Evet.

A.B.: Geçen hafta Olimpiyat tarihinden protesto örneklerini konuşmuştuk; 1936, 1968 gibi. O dönemde yapılan savaş karşıtı etkinliklere göre daha cılız buldum yapılanları.

Ö.Ö.: Bir tek Cezayir Seine Nehri’ne insanlar için çiçekler attı.

F.K.: 1961 galiba...

Ö.Ö.: Paris katliamı, Cezayirlilerin öldürülüp Seine Nehri’ne atılması... Bu arada süremizi doldurmuşuz Ali Bey.

A.B.: Öyle mi? AKP iktidarının yapacağı, belediyelerin SSK borçlarını mahsup eden düzenlemeye değinecektim, o zaman gelecek haftaya kaldı.

Ö.Ö.: Öyle yapalım.

A.B.: Aslında Olimpiyatlar bir programı daha hak eder.

F.K.: Bir magazin haberi olarak da Türkiye takımlarının kıyafeti hakkında ne düşünüyorsunuz?

A.B.: Bu işin Türkiye’ye de maliyeti var, ‘Çok fazla para harcanıyor ama kaç madalya geliyor’ diye soruluyor. Bir madalya kaça mal oluyor? Önceki Olimpiyatlara bakıldığında Türkiye’nin göçük vaziyette olduğu anlaşılıyor.

Ö.Ö.: Peki, çok teşekkür ederiz Ali Bey.

A.B.: İyi yayınlar size, hoşça kalın!

Ö.Ö.: Görüşürüz.